Kayıtlar

bukleler.

ucuz bir müzik çalardan iki binli yıllar. özlemin neye, hangisine ? savaşını verdiğin bu ruh neyin zaferi? bir bardak acımış çay. bir sigara yak. anlam aradığın sözcükler bunlar değil. yapıldı bir kaç hata, bir kaç zehir. basit bir potpori. 9/8 bir hayat. şiddetli sancılar göz yaşıyla bir. bir boğuk çığlığı andıran bakışlar aynanın köşesinde. akvaryumun içinde bir çift balık. nasıl olucak ? hangi düşünce bir yol bulucak? gerek yok doğrulara. her açılan sayfa bir hatıranın lekesi. kiminle. ne diyorsun? miyop gözlerle bakılacak en derin uçurum. yoksa en yüksek mi? doğa düşünür mü? sağ kaşına düşen ilk damla. bunu senden başka kim fark etti? düşünde boğulduğun ilk hikaye. senin mi?

saçmalık.

hangi umudun boşluğu. hangi yarımın doldurulamayışı.  baktığın penceredeki manzara. pencerenin kirine mi takılıp kaldın? gecekondu sokakların, bacası tüten müstakil evler. bir kaç çocukluk hatırası. beş yaşının romantizmi. en son hangi filmi izlediğine aldırış etmeden karıştırılan cd'ler. hafıza denilen şeyin kayboluşu. bir romantik dize hayatına ne kattı? sahi en son ne zaman ağladın? eskimiş asfaltın, kaldırıma paralel çatlağındaki birikmiş su. okuması pek kolay değil gibi.  belki de saçma sapan bir cümle. sahi hayatına en fazla anlam katan cümle ne ? alkolü fazla aldığında aklına geldi. yemek yerken serpiştirdiğin tuzu fazla kaçırdın. cümleyi düşündün mü ?  yoksa o mu seni buldu? hayatın kendi düzeni olmadı.  kelimeleri bir kalıba sokmamak gerek. sahi en son ne zaman güldün ? hissiyatını kaybetti duygular. yediğin tokat mı acıttı acaba. sahi en son ne zaman öldün?

venüs.

Gökyüzündeki bulutlar birbiriyle tartışıyor, aralarında kalbi kırılıp gözyaşı döken hassas bulutların gözyaşları, bir intihar gibi düşüyordu pencereye. 1973 yapımı bir gramofon da Bolero, Reval adlı eseriyle eşlik ediyordu sessizliğimize. Aylardır aynı çatı altında yaşadığımız bu ev, ona bir anda yabancı gibi gelmeye başlamış ve onu derin düşüncelere sürüklemişti.. Kayra, odanın tam ortasında, hayatı boyunca uçsuz bucaksız bir ormanın yeşil ve devasa ağaçları gölgesi altında, teknolojiden uzak ilkel bir yaşam sürerken, kendini birden metropol bir kentte, yolun tam ortasında, öfkeli sürücülerin karşısında bulan bir Kızılderili gibi duruyordu. Odanın içindeki tüm objelere göz attıktan sonra gördüklerini, bildikleriyle, felsefik bir şekilde sentezliyordu. Jean Auguste Dominique Ingres'in anatomik gerçeklikten uzak, "Büyük Odalık" adlı tablosundaki Venüs'ün uzuvları oldukça dikkatini çekmişti...

göremiyorum.

Kollarımı kaldırıyorum, kollarımı indiriyorum ve seni öpüyorum. Burada mısın? Hayalet misin yoksa fani misin, bu soruyu hiç sormuyorum. Çarşambayı cumartesiye bağlayan gece fazla almışım ilaçlarımı, damarlarımda yılanlar cirit attı, inledim bütün gece. Korkmuyorum artık, kafamın içindeki sesleri susturmayı öğrendim. Sardunyalarla konuşmayı öğrendim biliyor musun? Onların guguklu saatleri var ve uyku vakti geldiğinde güneşe kocaman bir perde çekiyorlar. Çekirgeler hep kaçıyor işte martılardan. Adımlarım daha uzun, gölgem daha kısa. Bütün geçmişimi ihtişamlı bir opera gibi sanatın müzmin derinliğine teslim ettim. Şimdi kimse beni anlamıyor. Delirdim sayılır zaten aklım başımda olunca ne değişiyordu? Yangınları birbirine ekleyip cennetler yaratıyorum. Toprak sen kokuyor yoksa benden habersiz öldün mü?  Elbet bir gün dokunacağım sana. Tohumlarını saksıya dikeceğim tomurcukta kokun fışkıracak ve ben koparmayacağım. Çiçekler dalında güzel, martılar denizde. Hayaletini sarıyorum,

an'sızın..

Sızlıyorum. Bu beni tatmin eden türden bir sızı değil ki ben severim acıyı. Bulanık. Keskin değil. İyi veya kötü bağlamında değerlendiremem bunu. Bildiğim tek şey beni değiştirecek. Ne yönde değiştireceğini bilsem etkilemeye çalışırım, müdahil olurum bir şekilde. Sen içindesin. Seninle… Senin sayende belki… Baş edemeyeceksin gibi geliyor. Bunu bilerek yaptın her defasında hepsinin yaptığı gibi! O kadar hoşunuza gidiyor ki içimdeki ham madde. Asla katıştıramıyorsunuz bir başka maddeyi özüme. Ona istediğiniz şekli vermeye çalışıyorsunuz. Yapısı o kadar müsait ki şekil almaya. O kadar yumuşak ve akışkan ki hem dokunana müthiş keyif veriyor hem de bir şekle girmesi gerekiyor zaten keşfeden için. Elçi oluyorsunuz. Usta. Yoğurup şekil veriyorsunuz. Ve sonra dönüp bakınca yarattığınız o şeyle baş edemez oluyorsunuz. O şekli yaratan sizsiniz bayan. Her ayrıntısına hakim olmanız gerekirken kendi yarattığınızı unutur oluyorsunuz. Üstüne bir de ondan korkuyorsunuz. Ama ben her an onunla yaşıyo

bir akşamdı.

Eylülün vedasından önceki bir akşam.. Siyaha karışmış kızıllıkta, Kızılın gözbebeğinde Bir akşamdı.. Serine karışmış hayatın Satırlarına grimsi tonlarla Şeffaf seslerin işlendiği Bir akşamdı.. Uğultuların harelere karıştığı, Gökyüzünde yıldızlara tutunup Sahiplerine alaycı bir gülüşle Veda ettiği Bir akşamdı.. Soruların akıllardan dudaklara, Bakışların gözlerden akıllara düştüğü Bir akşamdı.. Hislerin veresiye değer aldığı, Umutların bedenlerde yer bulamadığı, Aşkların terkedildiği Bir akşamdı.. Rakamların ümitlere ömür biçtiği, Hayallerin rakamlara düştüğü, Dakikaların belalara dönüştüğü Bir akşamdı.. “Yazın!” derdi O.. Uzunca bir süredir Aklına düşmeyen, Gönlünden geçmeyen, Adını bilmediğin, Kokusunu almadığın, Sıcaklığını duymadığın, “Neredesin?” diye sorup Hiç cevap alamadığın, Bir dahasına ortak olamayacağın İçindeki sızıntının Asıl sebebi Ben değilim! O değildi! Sen değilsin! Bir akşamdı..